8 Mart 2020 Pazar

Bizlerin Otomobil Yanılgısı Elin Bisiklet Sevdası

Ankara'ya yerleşmemizin ve işe başlamamızın üzerinden beş altı ay geçmesinin ardından arkadaşlarımdan, öğrencilerimden şu soruyu sıkça duymaya başladım: "hocam/Ersin araba almayacak mısın?"  Birçok kiş tabi ki bunu Ankara'nın toplu taşıma açısından ne kadar beter (İstanbul'a bile kıyasla) bir şehir olduğunu ve eninde sonunda arabasız yapılamayacağını bilerek soruyor. Kalanlar da biraz meraktan, biraz muhabbet olsun diye...

Benim almak istediğim araba!
Ben açıkçası annem, babam ve yakın arkadaşlarım haricinde birileri bu soruyu sorunca biraz garipsiyorum. Belki bunda ömrümün beşte birinden fazlasını özel olarak niteledikleri bu tarz sorulara hiç bulaşmayan Japonlar arasında geçirmiş olmamın da etkisi olabilir. Ama gene de bahsettiğim gibi Ankara şartlarını düşününce insanların bunu merak etmesini belki bir derece doğal karşılamak lazım.

Neyse, benim bahsetmek istediğim esas konu ise, sözüm meclisten dışarı, bizlerde nedense arabanın, ve araba sahibi olmanın medeniyet ve statü ile özdeşleştirilmesi. Özellikle evimin civarında gözlediğim kadarıyla ne kadar lüks otomobilin varsa bu senin o denli mühim bir şahsiyet olduğunu gösteriyor! Yol da senin, hak da senin oluyor. Tabiri caizse, altında iyi arabası olanlar kendini adam/kadın sanıyor! Bu durum yalnızca arabanın içindekilere değil, dışardakilere de yansımış durumda. Birebir aynı şeyi işyerindeki bir ağabey söyledi geçenlerde: Araban ne kadar iyi ise, insanların sana tarafikte, yolda saygısı artıyor! Anlayacağınız, Nasreddin Hoca tabiriyle, ye arabam ye!

Ne yazık ki, toplumumuza sirayet etmiş bu anlayış, çok çarpık bir anlayış. Herşeyin başında araba bir amaç değil, ismi üzerinde araç! Eğer maddi imkanın varsa, gideceğin yere daha konforlu, daha güvenli varmak için bir üst modelini tercih edebilirsin. Ama bu ne seni daha kültürlü yapar, ne de daha önemli bir insan. En kötüsü ise, bunu yapan insanların büyük bir çoğunlunun, o arabayı almak için, cebindeki paraya bakmaksınız borca harca girmesi, senelerce kredi ödemesi. Kusura bakmayın ama İlber Hoca'nın dediği gibi bu tamamen kasabalı cehaleti!

Bu insanların en çok özendikleri belki de Amerika'da yaşayanlar. Filmler de görüyoruz ya, insanlar, güzel güzel lüks arabalarda, koca jiplerde. Ama acı gerçeği söyleyeyim mi, bizlerin ÖTV, şu, bu diye bir otomobil alırken aldığımız paranın belki üçte birini veriyor o filmlerdeki Amerikan vatandaşları. Alım gücünü, o arabaları kullandıkları yolları, benzin fiyatını ise hiç kıyaslamıyorum.

Ankara'nın canavarları!
Gelelim, başka bir hususa. Ben kaldı ki tüm o arabalara, yollara rağmen Amerika'nın ulaşım açısından çok da medeni olduğunu düşünmüyorum. Ne zaman gitsem afallamışımdır. Yürümek yerine en kısa mesafelerde bile arabayı tercih eden insanlar (kaldı ki zaten yürümek için elverişli yol da şehir içleri haricinde pek yok), toplu taşımayı kullanan insanların genel profili ve şehir içleri haricinde toplu ulaşımın hep kısıtlı olup çoğunlukla karayoluna bel bağlanması... Tabi ki bu söylediklerim benim gözlemlerim. Amerika sonuçta bir ülke olmaktan çok koca bir kıta. Farklı eyaletlerde, farklı şehirlerde durum daha farklı olabilir, uzun süredir orada yaşayanlar, aksini savunabilir. Gene de istediğin noktaya trenle tam hesaplanan dakikasında ulaşabildiğin Japonya'ya, insanların işe okula bisikletle gidip geldiği Avrupa şehirlerine kıyasla en azından benim pek hazzetmediğim bir durum söz konusu Amerika'nın birçok yerinde.

Gel gelelim, zaten Ankara'nın epey bir Amerikan özentisi şehir olduğunu sadece ben değil, birçok insan görüyor, biliyor. ODTÜ, Bilkent gibi üniversitelerin kampüslerinde bu özentilik daha çok hissediliyor. Ama birçok noktada olduğu gibi özendiğimizi de tam anlamıyla yapamamışız. Ben kampüs içinde ana ulaşım imkanının özel araçlar olduğu, öğrencilerinin otosop çekmek zorunda kaldığı, öğrencisinden hocasına herkesin araba kullanmaya özendirildiği bir üniversite Amerika'da bile görmedim, Harvard gibi büyüklerinden, Minnesota Üniversitesi gibi nispeten yerellerine birçok üniversite kampüsü gezmiş biri olarak.

Bisiklet medeniyettir!
Peki işin doğrusu ne? İşin doğrusu aslında basit. Toplu taşımayı yaygınlaştırmak, yaşanılan yeri yaya ve bisiklet dostu bir yer haline getirmek ve insanları yürümeye, bisiklet kullanmaya özendirmek. Avrupa'da bunu zaten birçok yerde görüyorsunuz. Hollanda'da, Danimarka'da duyduğum, gördüğüm kadarıyla insanların en çok tercih ettiği araçlardan biri bisiklet. Amerika'da bile özellikle üniversitelerde ve üniversite şehirlerinde öğrencilerin bisiklet kullanımını özendirmek için sayısız çalışma yaplıyor. Örneğin Amerikan Bisikletliler Ligi (League of American Bicyclists) 5E olarak isimlendirdikleri kriterlere bakarak, üniversiteleri altın, bronz gibi birkaç seviyesi olmak üzere bisiklet dostu üniversite olarak payelendiriyor [1]. Baktıkları bu 5E kriterleri de sırasıyla  mühendislik (Engineering - güvenli sürüş ve park için altyapı sağlanması), eğitim (Education - kişilere yeteneklerini geliştirmek için eğitim sağlanması), teşvik (Encouragement - bisiklete binmeyi teşvik edici bir kampüs ortamı yaratmak), denetim (Enforcement - kampüsün bisiklet kullanımı için güvenli olduğunun denetlenmesi) ve değerlendirme (Evaluation - bisiklet kullanımını kampüs içi ulaşım seçeneği olarak öne çıkarma).

Gördüğünüz üzere, en azından kampüslerde bisiklet kullanımını yaygınlaştırmak için yapılması gerekenler öyle çok zor ve milyon liralar harcamak gerektiren şeyler değil. Basit çalışmalar ile bu kriterler hayli hayli sağlanıyor. Örneğin Colorado Üniversitesi, kampüs içinde bisiklet tamir atölyesi kurmuş (mühendislik kriteri), Portland Üniversitesi, en basit lastik tamirinden başlayarak bisiklet bakımına dair eğitimler veriyormuş (eğitim kriteri) veya Maryland Üniversitesi, evden üniversiteye bisiklet kullananlar için duşlar inşaa etmiş (teşvik kriteri) [2].

Bizde de bu kapsamda en azından belediye bünyesinde bazı çalışmalar yapılmaya başlandı ama henüz çok yeni. Ne doğrultuda ilerleyeceğini ve gerçekten meyve verip vermeyeceğini zaman gösterecek. Sonuçta bana kalırsa en başta insanların eğitilip, zihniyetin değiştirilmesi gerekiyor. Şu andaki zihniyetimiz ise "Araba Sevdası" şeklinde yanlış bir batı özentiliğinden ötesine gitmiyor, 130 yıl önce Recaizade Mahmut Ekrem'in yazdıklarını onca sene geçmesine rağmen yineler biçimde...


Kaynakça

1) O.Wilson, N. Vairo, M. Bopp, D. Sims, K. Dutt, B. Pinkos, "Best practices for promoting cycling amongst university students and employees," Journal of Transport and Health, cilt. 9, syf.34-243, 2018.
2) M. Bopp, D. Sims, D. Piatkowski, "Bicycling for Transportation: An Evidence-Base for Communities," Elsevier, Amsterdam, Hollanda, 2018.