29 Kasım 2014 Cumartesi

Bir Bilim Serüveni: Abbasiler'den Uzay'a


Bakın size bir hikâye anlatayım...

1799 yılında Napolyon'un Mısır seferi sırasında Pierre-François Bouchard adında bir asker, zamanında Osmanlılar tarafından Fort Julien kalesinin inşaatında kullanılmış bir taş fark eder. Taşın üstünde aynı metin Mısır Hiyeroglifi, Mısır Demotik alfabesi ve Antik Yunanca olmak üzere üç farklı şekilde yazılmıştır. Osmanlılar’a yardım eden İngilizlerin Mısır'ı ele geçirmesi ile taş yazıt da İngilizler'e geçer ve British Museum'da sergilenmek üzere Londra'ya götürülür. 1802'den beri müzede sergilenen taş, en çok ziyaretçi çeken objelerden biridir. Peki, neden bu kadar önemli bu taş diye soracak olursanız, Mısır hiyeroglifleri Jean-François Champollion [1] tarafından bu taşın üzerindeki yazıların deşifre edilmesiyle çözülmüştür. Champollion, öncüsü Thomas Young’ın yaptığı çalışmalardan da faydalanarak 1822 yılında hiyeroglifleri çözmüş ve mısırbiliminin kapılarını açmıştır. 

Harun Reşid 700lü yılların sonunda yaşamış ünlü bir Abbasi halifesidir. İktidarı döneminde İslam dünyası hızlı bir yükseliş yaşamış, hüküm sürdüğü topraklarda bilim, kültür ve din altın çağına erişmiştir.  Bağdat bu dönemde kültür, bilim ve ticaretin merkezi haline gelmiş ve sonrasında da 13.yy'daki Moğol istilasına kadar önemini muhafaza etmiştir. Bizler ve batılılar Harun Reşid'i daha çok Binbir Gece Masalları'ndaki hikayelerden tanırız. Zamanında özellikle Bağdat'ta refah o denli artmıştır ki kimisi gerçeklere dayanan ama çoğu da kurgu olan birçok hikaye türemiştir, entellektüel kimliği ile de ön plana çıkan bu hükümdar ve saray çevresi hakkında. Gerçeğe dayandığına inanılan hikayelerden birinde Harun, Avrupa'nın Babası olarak anılan [2], Roma İmparatorluğu'ndan sonra Batı Avrupa'yı ilk defa birleştirebilen Kutsal Roma Cermen İmparatoru Şarlman'a bir otomatik su saati hediye eder. Her saat başında bronz topların bir kaseye düştüğü ve kapıların ardından şövalyelerin çıktığı bu mekanik saatin Avrupa'da eşi görülmemiştir ve Şarlman'ın sarayında büyük yankı uyandırır.

Harun Reşid Şarlman'ın kafilesini kabul ediyor [4]
Harun Reşid zamanının bilim alanındaki en kaydadeğer gelişmelerinden biri Bağdat'ta Beyt-ül Hikmet'in yani Hikmetler Evi'nin kurulmasıdır. Harun'un oğlu Memun zamanında daha da büyüyüp gelişen bu ilim yuvası çok geniş bir coğrafyanın dört bir tarafından gelen bilim adamlarına yuva olmuş ve İslam dünyasının bilim alanında çığır açan yeniliklere ulaşmasını sağlamıştır. Önceleri Hintçe, Yunanca, Latince, Farsça eserlerin Arapça'ya çevirisi ile başlayan çalışmalar, sonrasında bilim adamlarının kendi özgün fikirlerini üretmesi ile devam etmiş ve astronomiden matematiğe, kimyadan coğrafyaya birçok alanda önemli eserlere imza atılmıştır. Aynı zamanda da bir kütüphane vazifesi gören bu enstitüdeki kitap sayısı 9yy. ortalarında dünyanın başka hiçbir şehrinde rastlanamayacak miktardadır [5]. Beyt-ül Hikmet'te yetişen bilim insanlarını saymakla bitiremeyiz ama birkaç örnek vermek gerekirse; astronomi ve filozofi başta olmak üzere birçok farklı alanda çalışmış Kindi (9.yy.), cebirin ve bilinmeyen "x"in babası Harezmi (8-9.yy), çizdiği şemalar ve tasarladığı makineler ile biz mühendislerin ustası El-Cezeri (12.yy).

Harun Reşid döneminde bilim çalışmaları sırf Beyt-ül Hikmetle de sınırlı değil. Mesela, Harun'un sarayında kimyacı olarak bulunmuş, Harran Medresesi'nde müderrislik yapmış, modern kimyanın kurucularından kabul edilen Câbir bin Hayyân var [3].

Hayyân'ın "Simya" kitabının Latince baskısı önkapağı [6]
Şimdi yavaştan hikayemizin sonlarına yaklaşalım. Geçtiğimiz haftalarda bilim dünyasını, özellikle de uzay alanında çalışan insanları epey heyecanlandıran bir gelişmeye imza atıldı. Avrupa Uzay Ajansı'nın 2004 yılında fırlattığı Rosetta uzay aracı 67P/Churyumov–Gerasimenko kuyrukluyıldızını yakaladı ve Philae isimli robot iniş aracı 12 Kasım 2014'de kuyrukluyıldızın yüzeyine kontrollü iniş gerçekleştirdi. Dünya'dan milyonlarca kilometre ötede gerçekleşen bu randevu Dünya'nın ve yaşamın yapı taşlarını anlamak açısından büyük önem taşıyor. Kuyrukluyıldızlar ve astreoidler gezegenlerin ve uyduların oluşumundan arda kalan gök cisimleri. Bu nedenle bir nevi zaman kapsülü vazifesi görüyorlar. Yakından incelenmeleri durumunda evrenin sırları hakkında birçok gizin aydınlanacağı şüphesiz. Bu nedenle de Japonya Uzay Araştırma Ajansı'nın bir ilki başararak, 2010 yılında Itokawa astreoidinden Hayabusa uzay aracı ile parçacık toplayıp Dünya'ya getirmesi ile başlayan ve Rosetta ile ivme kazanan bu ve benzer araştırmaların gelecek senelerde de süreceği şüphesiz. 

Rosetta'nın kamerasından 67P/C-G Kuyrukluyıldızı [8]
Söz konusu uzay araştırmaları ve gökbilim olunca tabi ki diğer bilim alanlarından olduğu gibi herşey sıfırdan başarılmıyor, Rosetta görevinde çalışan bilim insanları da kendilerine miras kalanın üzerine koyarak başarıya ulaştılar. Belki bilmeseler de zamanında Beyt-ül Hikmet'te yapılmış birçok çalışma da yaptıklarının temelinde bir yerlerde yatıyor. Ama Harun Reşid ile Rosetta'yı bağlayan bir başka nokta daha var...

Harun Reşid yaklaşık 880 yılında Nil deltasında bir kale inşa ettirir ve varolan bir kasabanın üzerinde ufak bir şehir kurar [7]. Şehir kurucusuna ithafen Reşid ismi ile anılır. Memlûkler ve Osmanlılar zamanında önemli bir ticaret merkezi olan bu şehir zamanla İskenderiye'nin gölgesinde kalmasına rağmen hala varlığını sürdürmektedir. Nedendir bilinmez Napolyon'un seferi sırasında Fransızlar belki de sadece dilleri buna döndüğünden şehre kendi dillerinde "küçük gül" manasına gelen Rosetta ismini takarlar. İşte ilk paragrafta bahsi geçen ve Mısır hiyerogliflerinin çözülmesini sağlayan taş bu şehirde bulunmuştur ve Rosetta Taşı diye isimlendirilir. Gerisini tahmin etmek pek zor olmasa da ben gene de yazayım. Nasıl ki Rosetta Taşı hiyerogliflerin çözülmesine olanak sağlayıp tarihe dair birçok gizi aydınlatmıştır, kuyrukluyıldıza gönderilecek bir uzay aracının da benzer şekilde evrenin gizlerini aydınlatacağını düşünen Avrupa Uzay Ajansı, uzay aracına taşa atfen Rosetta ismini takmaya karar verir. İniş aracı da benzer şekilde gene hiyerogliflerin çözülmesinde aracı olmuş Philae dikilitaşına atfen Philae ismini almıştır.

İşin özünde Rosetta uzay aracının isim babası Harun Reşid dememiz biraz abartı olur ama kim bilir belki de zamanında Fransızların dili dönse hiyerogliflerin çözülmesinde kullanan taş Reşid Taşı, kuyrukluyıldızı kovalayan uzay aracı da "Reşid" olacaktı. Gene de ben derim ki biz işimizi Avrupalılar'a pek bırakmayalım ve kendi uzay araçlarımıza kendimiz isim verelim; Harezmiler, El-Cezeriler ve dahası Arflar, Gürseyler hakettikleri gibi uzayın derinliklerinde dolaşıp bize evrenin gizlerini göstersinler. Amerika'yı değil ama yeni dünyaları ancak bu şekilde keşfedebilir, tarihi uyduran değil, yazan olabiliriz.


Kaynakça

1) Wikipedia "Jean-François Champollion" Makalesi, http://en.wikipedia.org/wiki/Jean-Fran%C3%A7ois_Champollion.
2) Wikipedia, "Charlemagne" Makalesi, http://en.wikipedia.org/wiki/Charlemagne
3) Wikipedia, "Jabir ibn Hayyan" Makalesi, https://en.wikipedia.org/wiki/Jabir_ibn_Hayyan
4) Julius Köckert, kanvas üzerine yağlıboya (1864) Münih, Maximilianeum Foundation
5) Wikipedia "House of Wisdom" Makalesi, http://en.wikipedia.org/wiki/House_of_Wisdom
6) Geber (Câbir bin Hayyân). Alchemiae Gebri. Bern, 1545, http://www.scs.illinois.edu/~mainzv/exhibit/geber.htm
7) Rosetta Stone, http://www.byui.edu/special-collections/exhibits/rosetta-stone
8) Credit: ESA/Rosetta/NAVCAM, CC BY-SA 3.0 IGO, Courtesy of ESA, https://www.flickr.com/photos/europeanspaceagency

31 Ekim 2014 Cuma

Bir Türk Yazmış Diğeri Söylemiş

Çoğumuz için halk ozanlarımız, şairlerimiz, aşıklarımız lisede edebiyat kitabından okunup soruları cevaplanan şiirlerden ibarettir. Bir kısmımızın aklında kalır sadece Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal ve niceleri ama ekseriyetle unutulurlar, hem de daha sınav ertesinde. Kimimiz sadece biraz daha şanslıdır, Bestami Hoca gibi bir edebiyat öğretmeninden ders alarak çoğunun öğrendiğinin katbekat fazlasını öğrenir, Yunus'un şiirlerini ezberler; hem de not korkusu ile değil de sadece özünü kavramak için. Bu vesile ile kendisi de has bir şair olan Bestami Yazgan hocamıza selam edelim bir Vefalı olarak...

Oysa ki ozanlarımız, aşıklarımız bizimdir. Üstelik dilleri de Fuzûlî veya Bâkî gibi zor anlaşılır değildir, sadedir, öz Türkçe'dir. Anlattıkları, dile getirdikleri birebir bize aittir, tarihimiz, kökenimizdir, Orta Asya'dan başlayan yolculuğumuzla iç içedir ve daha çok bir yol hikayesidir. Şiirlerinin içinde şamanizmden de bir şeyler bulursunuz, müslümanlıktan da; koca tarih kitaplarının birkaç mısraya sıkıştırılmış hali gibidirler. 

Anlatacağım hikaye nispeten yakın tarihli, Erzurumlu Emrah ile başlıyor. Emrah 1800lerin başında Anadolu da yaşamış bir halk ozanı. Medrese eğitimi aldığı ve divan edebiyatı şiileri de yazdığı bilinir. Lakin kendisinin daha çok tanınmasına yol açan halk şiirleridir. Bizim ilgilendiğimiz gene bunlardan biri. Şiirin ismi kimi yerde "Fidan" kimi yerde de "Dedi ki yok yok" diye geçiyor. Merak edenler için kendisi aşağıda: 

Dedi ki yok yok (Erzurumlu Emrah/1775 - 1854) 

Sabahtan uğradım ben bir fidana.
Dedim, mahmur musun? Dedi ki yok yok.

Ak elleri boğum boğum kınalı.
Dedim, bayram mıdır? Dedi ki yok yok

Dedim, inci nedir? Dedi, dişimdir.
Dedim, kalem nedir? Dedi, kaşımdır.
Dedim, on beş nedir? Dedi, yaşımdır.
Dedim, daha var mı? Dedi ki, yok yok.

Dedim, ölüm vardır, dedi, aynımda.
Dedim, zulüm vardır, dedi, boynumda.
Dedim, ak memeler, dedi, koynumda.
Dedim, ver ağzıma, dedi ki yok yok.

Dedim, Erzurum nendir? Dedi, ilimdir.
Dedim, gider misin? Dedi, yolumdur.
Dedim, Emrah nedir? Dedi, kulumdur.
Dedim, satarmısan? Dedi ki yok yok.


Halk edebiyatının en belirgin özelliği şiirlerin, eserlerin kayıt altına alınmamış ve nesilden nesile sözlü gelenekle aktarılmış olması. Bu yüzden esinlenmeler de çokça. Bu durum bir şiirin gerçekten kime ait olduğunun da bilinmesini zorlaştırıyor. Gerçi belki de işin güzelliği burada, halk şiiri işte, halkın şiiri. Emrah'ın şiiri için de benzer bir durum söz konusu. Bizim hikayemiz Emrahla başlıyor dedik ama daha evvele de gitmek pek tabi mümkün. Mesela 17.yy'da yaşamış Kul Nesimi'nin "Söyledi Yok Yok" diye bir şiiri var, buyrun benzerliğine siz karar verin:

Söyledi yok yok (Kul Nesimi/17.yy)

Uykudan uyanmış şahin bakışlım.
Dedim sarhoş musun? Söyledi yok yok.
Ak elleri elvan elvan kınalı. 
Dedim bayram mıdır? Söyledi yok yok. 

Dedim ne gülersin? Dedi nazımdır.
Dedim kaşın mıdır? Dedi gözümdür. 
Dedim ay mı doğdu? Dedi yüzümdür. 
Dedim ver öpeyim, söyledi yok yok. 

Dedim aydınlık var, dedi aynımda. 
Dedim günahım çok, dedi gönlümde. 
Dedim mehtap nedir? Dedi koynumda. 
Dedim ki göreyim, söyledi yok yok. 

Dedim vatanım mı? Dedi ilimdir. 
Dedim bülbül müdür? Dedi gülümdür. 
Dedim Nesimî Şah? Dedi kulumdur. 
Dedim satar mısın? Söyledi yok yok.

Dönelim gene şiirin Emrah'a atfedilen haline ve gelelim daha da yakın tarihe. Halk şiirlerinin bir güzelliği de belki dilimize dolanan bir şarkının sözleri olmaları ama bizim bundan pek haberdar olmamamız. Yani bir şekilde gene sözle aktarılmaya devam ediyorlar. Bu anlamda en büyük pay sahipleri haliyle türkücülerimiz. Daha yakın tarihlerde ise dilimize dolanan halk şiirlerinin çoğunda Anadolu rock şarkıcılarımızın da payı var; Cem Karaca, Barış Manço, Moğollar gibi işin özünde gerçekten sanatçı diyebileceğimiz insanlar bunlar. 

Erzurumlu Emrah'ın şiiri de 1967'de böyle bir şarkıya söz olarak kullanılır ve Cem Karaca tarafından bestelenir. Şarkı Cem Karaca ve Apaşlar'ın çıkardığı "Emrah/Karacaoğlan" isimli 45likte yer alır. Şarkının ismi de Emrah'tır. Aynı sene Cem Karaca bu şarkı ile Hürriyet'in düzenlediği Altın Mikrofon yarışmasında ikinci olur. 

 Cem Karaca ve Apaşlar - Emrah (1967)

Aynı tarihlerde "Dedi ki Yoh Yoh" ya da "Yoh Yoh" ismiyle bir başka şarkı da radyolarda dönmeye başlar. Söz ve müziği Kul Ahmet'e ait olan bu türkünün sözleri Emrah'ın ve Nesimi'nin şiirleri ile benzerlikler taşır (Yoh yoh - Kul Ahmet). Kul Ahmet'in Emrah'dan veya Nesimi'den ne kadar esinlendiği bilinmez ama türkü oldukça popüler olur ve çağdaş halk müziği şarkıcılarından Esin Afşar türküye 1969 yılında Modern Folk Üçlüsü ile birlikte kaydettiği 45lik'te yer verir (Yoh yoh: Esin Afşar ve Modern Folk Üçlüsü). Öyle ki sanatçının aynı yıl katıldığı Monte Carlo konserinde çok beğenilen şarkı sonrasında Paris'de Fransızca'ya çevrilir (Esin Afşar'dan Fransızca Yoh Yoh). Daha yakın tarihlerde, 2010 yılında Ayna grubu da şarkıyı Asmalımescit albümünde seslendirecektir (Yoh yoh - Ayna). 

Yazının bu noktasında hikayede ufak bir parantez açıp Kul Ahmet hakkında pek bilinmeyen bir anektodu da paylaşalım. Doğruluğu bilinmez ama söylentiye göre Almanya'da konser için bulunan Kul Ahmet ve Barış Manço bir gün konser öncesi beraber dolanırlarken trafik kazası sonucu bir kişinin ölümüne tanık olurlar. Kimsenin kaza karşısında bir şey yapmamasını ikisi de pek bir garipser. Bu esnada Kul Ahmet üzerindeki ceketi götürüp mevtanın üzerine serer. Derler ki Barış abimiz, 1988 tarihli "Ful Aksesuar'88 Manço: Sahibinden İhtiyaçtan" albümünde yer verdiği "Ahmet Bey'in Ceketi" isimli şarkısını bu olaydan etkilenerek yazmıştır. Eğer hikaye doğru ise, sözleri ile zaten başlı başına bir büyük eser olan bu şarkı, bir ozandan bir diğerine selam olması nedeniyle çok daha anlam kazanır...

Dönelim biz Emrah'a ve "Dedi ki yok yok" isimli şiire. Şiirin hikayesi burada bitmiyor. Son olarak coğrafi olarak uzak ama kalben yakın insanların yaşadığı bir başka diyara gidelim. Uygur Türkü ünlü şair ve yazar Abdurehim Ötkür 1948 yılında bir şiir yazar. "Karşılaşınca - Bir Şairi Taklit" ismini verdiği bu şiirde, şairin kendi de belirttiği üzere, bir başka şaire öykünme vardır. Yazılı bir kaynak olmadığı için taklit edilen bu şairin Emrah mı ya da Nesimi mi olduğunu bilemeyiz. Dahası Ötkür çok başka birinden de esinlenmiş olabilir, aynı Emrah ve Nesimi gibi. Gerçek olan şu ki şairin özgürlüğüne özlem duyduğu yurdunu 15 yaşındaki bir kıza benzeterek yazdığı bu şiir, uzaktaki kardeşlerimizden bizlere de bir selam gibidir. Şiirin Uygur Türkçesi ile yazılmış orijinali (Latin harfleri ile) ve Anadolu Türkçesi karşılığını aşağıda bulabilirsiniz [1].

Abdurehim Ötkür "Karşılaşınca - Bir Şairi Taklit" (1948/Urumçi)
Ötkür'ün şiiri daha yakın tarihlerde bir başka Uygur Türkü, dütar [2] ustası Abdurehim Heyit tarafından bestelenmiş. İnsanı alıp Orta Asya'ya yolculuğa çıkaran bu türkü, oldukça geniş bir coğrafyaya yayılmış Türk milletinin ufak farklılaşmalara rağmen özde bir olduğunu anlamak için de güzel bir örnek. 

 
 Abdurehim Heyit - Karşılaşınca

Dileğim odur ki kardeşin kardeşe kırdırılmaya çalışıldığı bugünlerde türkülerimiz hepimizi kucaklasın, topraklarımızın üzerinden ozanlarımızın, aşıklarımızın sesi hiç eksik olmasın. Biz de kendimizce bir iki mısra ile sonlandıralım yazıyı:

Dedim Anadolu nedir? Dedi yurdumdur. 
Dedim satar mısın? O dedi yok yok...  

1) Uygur Türkçesi'nde Arap harfleri kullanılmakta. Eserin burada verdiğim Latin harfleri ile yazımı ve Anadolu Türkçesi'nde çevirisi Gazi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Hülya Kasapoğlu Çengel'e ait.
2) İki telli saz, ismi Farsça'dan gelmektedir.

21 Temmuz 2014 Pazartesi

Dünya'nın Dört Bir Tarafından Üsküdar'a Yol Gider

İstanbul'dan Üsküdar'a yol gittiğini biliriz de dünyanın dört bir tarafından Üsküdar'a giden yollardan haberdar mıyız acaba? Öncelikle bilmeyenler için İstanbul'dan giden yoldan söz edelim. Eski bir İstanbul türküsüdür "İstanbul'dan Üsküdar'a Yol Gider". Türkünün kökeni bilinmez ama Refî Cevad Ulunay'a göre türküyü Balıkçı Ethem, yakalanıp da Üsküdar cezaevine götürülürken yakmıştır. Ethem, kelepçeleri çok sıkmış ve kendisini peşisıra sürükleyen çavuşlara isyan etmektedir "yandım çavuş yandım senin elinden, çok sallanma kasatura da fırlar belinden" diyerek [1,2]. 

Bu yazının hikayesi aslında Japan Times'ın internet sitesinde 1950 ve 60'larda Japonya'da rockabilly müziği hakkında bir makale okumamla başladı. Rockabilly içinde Amerikan halk müziği - country, blues - ezgileri barındıran bir çeşit erken dönem rock and roll müzik türü. Elvis bu müziğin başlıca temsilcileri arasında. Rock and roll müziğine ilgim ve eski Japon şarkılarının hoşuma gitmesi nedeniyle makalede bahsedilen isimleri araştırmaya başladım ve enteresan bir sonuçla karşılaştım. Bu şarkıcılardan biri, Michiko Hamamura, zamanında Üsküdar'a Gider İken şarkısının Japoncasını seslendirmiş [3] . Sözler ve müzik oldukça farklı, aşağıda, kaynakça kısmında verilen linkten bir göz atmanızı tavsiye ederim. Epey bir araştırmama rağmen, bu videodan başka bir kayıt veya şarkının ne zaman, hangi singleda seslendirildiğine dair bir belge bulamadım. Yalnız aradaki "Oh well, that's Turkey" diye sonlanan İngilizce sözler beni bir başka Üsküdar'a Gider İken kaydına yönlendirdi. 

Eartha Kitt, Amerikan aktris, şarkıcı ve kabare sanatçısı ilk olarak 1953 yılında "RCA Victor Presents Eartha Kitt" adlı albümünde şarkıyı "Uska Dara - A Turkish Tale" ismiyle seslendirmiş (aşağıdaki videodan dinleyebilirsiniz) ve sonrasında da başka albümlerine de koymanın yanısıra birçok kabare gösterisinde kullanmış. Japon şarkıcının şarkı arasında söylediği İngilizce sözler birebir Eartha Kitt tarafından da söyleniyor. Bu da büyük ihtimalle, o dönemde Japon şarkıcılardan bazılarının Amerikan şarkılarını tekrar yorumladıkları göz önüne alınırsa, Michiko Hamamura'nın şarkıyı ilk olarak Eartha Kitt'den duyduğu ve üstüne Japonca sözler yazdığı manasına geliyor. 

 
Eartha Kitt /  Uska Dara - A Turkish Tale

Şarkıyı tek seslendiren Japon şarkıcı, Michiko Hamamura değil. Daha yakın tarihte, 2008 yılında, Sizzle Ohtaka "Serenade" isimli albümünde yer vermiş şarkıya. Zaten albüm tümüyle Türkiye'ye adanmış ve Üsküdar'a Gider İken'in yanısıra "Semah" ve "Aygız" gibi diğer şarkıları da içeriyor [4]. Açıkçası Hamamura'nın yorumuna nazaran bu yorum benim daha çok hoşuma gitti. İstanbul'dan görüntüler eşliğinde hazırlanan video da oldukça hoş olmuş. 

 

Sizzle Ohtaka / Uskudar'a Gideriken  

Şarkının farklı ülkelerdeki bilinirliği tabi ki bununla sınırlı değil. Aslını soracak olursanız
hikâye yeni başlıyor; kahvemizi alalım ve arkamıza yaslanalım.

Katip (1968) [5]
Öncelikle şarkının sözlerini şöyle bir hatırlayalım: “Üsküdar’'a gider iken aldı da bir yağmur / Kâtibimin setresi uzun, eteği çamur/ Kâtip uykudan uyanmış gözleri mahmur...” Şarkının bir İstanbul türküsü olduğu aşikar. Bestesinin nerden geldiği ve dahası sözlerinin kime, ne zaman ve kim tarafından yazıldığı ise oldukça çetrefilli bir konu. İlk duyulduğu zaman Üsküdarlı bir hanımefendi tarafından yakışıklı mı yakışıklı bir
kâtip için söylendiği düşünülebiliyor; aynı Ülkü Erakalın'ın yönettiği,  Sadık Şendil'in senaryosunu kaleme aldığı ve Sanat Güneşimizin başrolünde oynadığı 1968 yapımı "Kâtip" filminde olduğu gibi. Bizler de kâtibi gözümüzde canlandırmak için Zeki Müren'in gençlik yıllarını düşünebiliriz, zaten uğrunda şarkı yazılması için insanın az biraz yakışıklı olması lazım değil mi? Bir nebze eski İstanbul havası almak için izlenilesi bir film...

Bu hikayenin genelde kabul gören şekli. Bugün Üsküdar'da Selâmsız semtinde bulunan Katibim Aziz Bey Sokağı'na yolunuz düşerse Katip Aziz Mahmut Bey'in kagir evini görebilirsiniz. Kendisi zamanında evin tam karşısında bulunan Selâmi Ali Efendi Tekkesi'nin şeyhlerinden Mahmut Bey'in oğludur ve mezarının da tekkenin haziresinde olduğu düşünülmektedir. Üsküdar İcra Dairesi Başkâtibi olan Aziz Mahmut Bey son derece yakışıklı ve iri yapılı bir zat-ı muhteremdir, elleri ve gözlerinin güzelliğinin dillere destan olduğu söylenir. Başında hafif eğik fesi, kolalı beyaz gömleği, setre pantolonu ve parlak rugan potinleri ile bu eski İstanbul Efendisi'nin çok canlar yaktığı rivayet edilir. Naciye, Esma, Seyyide Ayşe ve Fatma isimli hanımlarla evlenen Aziz Bey, 52 yaşında vefat etmiştir. Seyyide Ayşe Hanım'ın Hasan Rıza Paşa'nın cariyesi olduğu ve Paşa'nın vefatından sonra Aziz Bey ile evlendiği söylentisi halk arasında yaygındır. İşte gene rivayete göre türkünün sözlerini Seyyide Ayşe Hanım, Aziz Mahmut Bey için yazmıştır [6].

Diğer bir rivayeti ise İstanbul tarihinden anlattığı öyküler ile haklı bir üne sahip Reşat Ekrem Koçu aktarır ve hiç de beklediğimiz gibi bir hikâye değildir. Reşat Ekrem Bey'in aktardığına göre Abdülmecid döneminde II. Mahmut'un yaptığı Avrupai kılık kıyafet inkılâbı sivil memurlar için de zorunlu kılınmış. Bunun üzerine sokakta pantol ve setre ile dolaşmaya başlayan kâtipleri ise halk pek bi garipsemiş. Zamanın külhanbeylerinden biri işte bu katipleri dalgaya almak için Katibim türküsünün sözlerini yazıvermiş. Peki, beste nerden gelmiş diye soracak olursanız, onun hikayesi daha da ilginç. Gene Reşat Ekrem Bey'in anlattığına göre Kırım Harbi sırasında İstanbul'a gelen yabancı askerler Selimiye Kışlası'nda konaklamaktaymış. Bu askerler arasında yer alan İskoç Alayı'nın bir bestekârı şarka giderken ufak bir marş bestelemiş. İşte halkın o günlerde çokça enteresan bulduğu ve etek giymeleri nedeniyle donsuz asker dedikleri İskoçların yaptığı bu beste sonrasında bizim külhanbeyine ilham kaynağı olmuş [7, 8].

Ben ise Reşat Ekrem Koçu'nun aktardığı hikayenin açıkçası pek doğru olduğunu düşünmüyorum. Bunun en büyük sebebi de şarkının geçmişine yönelik yapılan araştırmaların bizi bambaşka boyutlara sürüklemesi.

Gezintide Kadınlar - Osman Hamdi (1887)
Öncelikle sözler bilinen bir nağmenin üzerine sonradan yazılmış, bunu kabul etmek gerek. Genel anlamda sözleri düşününce ise katibi tenkit eden birinden ziyade, katibe beğenisi olan bir hanım tarafından dile getirilmiş olması daha olası. Benim düşüncem, söz edilen zamanda Reşat Ekrem Bey'in aktardığı gibi Avrupai giyime karşı bir eleştiri olduğu ve bunun tarihçiyi hikaye konusunda yanlış yönlendirdiğidir. Belki şarkının sözlerinde  "katip benim ben katibin el ne karışır" denmesinin sebebi de sözleri yazan hanımın bu tenkite karşı çıkması ve kendisinin ne olursa olsun katibi beğendiğini dile getirmesidir. Gene de tabi ki hikayeyinin doğrusunu kesin bir kaynak olmadığı sürece tam anlamıyla bilemeyiz ve aktardıklarımız kişisel kanaat olmaktan öteye gidemez.

Beste konusuna gelecek olursak ise, yaptığım araştırmaların beni götürdüğü bir gerçek var ki, bu da bestenin aslının Sefarad Yahudilerine dayanıyor olabileceği; farklı kişiler tarafından da kaynak bu şekilde gösterilmekte [9].  Bizlerin bir İstanbul türküsü olarak bildiği şarkı dünyanın dört bir tarafında farklı şekillerde, farklı dillerde söyleniyor. Yoğunluk olarak ise şarkıya Akdeniz ülkeleri, Orta Doğu ve Balkanlar da rastlanılmakta. Benim düşüncem 1492'de göçe zorlanan Sefaradlar ile Osmanlı coğrafyasına gelen bu ezginin, İmparatorluk'un gücü altındaki tüm coğrafyaya zamanla yayıldığı ve her millet tarafından benimsendiği. Bu görüşümün güçlü olmasını engelleyen tek sebep şarkının, söylendiği tüm coğrafyalarda (özellikle Balkanlar'da) benzerliğini yitirmemiş olması. Bu durum şarkının veya en azından tüm Osmanlı coğrafyasına yayılmasının daha yakın tarihli olabileceğini (muhtemelen 19yy.) işaret ediyor. Bu anlamda bir teori şarkının, librettosu Takvor Nalyan'a, müziği de Dikran Çuhaciyan'a ait 1875 tarihli "Leblebici Horhor Ağa" operetinde ilk defa söylenmiş olma ihtimalidir [10]. Bu operet Yunanca ve Ermenice dahil birçok farklı dile çevrilmiş ve bu dillerde de oynanmış olduğundan şarkının yayılmasına vesile olmuş olabilir. 

Dilerseniz bu noktada ezginin ve şarkının farklı yorumlarına şöyle bir göz atalım (burada bulabildiğim kadarıyla bu yorumların videolarını açıklamaların yanına eklemeye çalışacağım).

I) Ezgi ve kullanılan enstrümanlar değişmekle birlikte "Üsküdar'a Gider İken"in sözleri en çok kullanılan sözler. Kimi zaman da Arapça, İbranice, Yidiş, Ladino (Yahudi İspanyolcası), Yunanca gibi farklı dillerdeki sözler ile birlikte söyleniyor. Burda aktardıklarım sadece bir seçki, bunlar haricinde birçok sanatçımızın yorumu internette kolaylıkla bulunabiliyor.

a) İstanbul türküsü yorumu, Safiye Ayla 
(https://www.youtube.com/watch?v=m5P4ozbslvg)

b) Bir başka İstanbul yorumu, Zeki Müren
(https://www.youtube.com/watch?v=BQYoSydHgf0)

c) Seferad yorumu, İspanyol Mediterránea Grubu
(https://www.youtube.com/watch?v=2wR1Z4oUnX8)

d) Farklı kültürlerden şarkıları seslendiren Amerika orijinli jaz grubu Pink Martini'nin yorumu
(https://www.youtube.com/watch?v=EPRXwW79pGs) 

II) Fel Shara (Sacred - Kutsal Shabbat) anladığım kadarıyla şarkının en eski yorumlarından biri. Fakat orjinal sadece İbranice (veya Ladino) sözleri ile söylenen Fel Shara isimli bir yoruma rastlamak mümkün değil. "Fel Shara" olarak farklı dillerin karışımı şeklinde söylenen bir yorum mevcut.

a) Fel Shara, KlezRomy (İtalyan grubu)
(https://www.youtube.com/watch?v=xeZytVePpPc

b) Enstrümantel Sacred Shabbat, Loreena Mc Kennitt (Sanatçının ülkemiz müziğinden esinlenmeleri nedeniyle Türk ezgilerine daha yakın bir yorum).
(https://www.youtube.com/watch?v=eKcYrdX5j08)

III) Şarkı Balkanlar'daki hemen hemen her ülkede farklı yorumlara sahip. Bu anlamda güzel bir kaynak Adela Peeva isimli Bulgar bir yönetmenin Türkiye'den başlayarak Balkanlar'da bu şarkının izini sürdüğü "Bu Şarkı Kimin?" isimli belgesel [11] (İnternette "Whose is this song?" ismiyle aratıp bulabilirsiniz). Trajikomik olan ise insanların karakter olarak birbirine benzemesine ve bu coğrafyadaki sınırların anlamsızlığına rağmen, özellikle 20.yy'da aşılanan yapay milliyetçilik ile herkesin şarkıyı sahiplenmesi ve başkalarının olabileceğini inkar etmesi. 

a) Yunanca, Από ξένο τόπο (Yabancı Diyarlardan), Glykeria
(https://www.youtube.com/watch?v=56CCISecE_U)

b) Yunanca bir diğer yorum, Έχασα μαντήλι (Mendilimi kaybettim)
(https://www.youtube.com/watch?v=vfzyCo5_SeA)

c) Yunanca bir diğer yorum, Από την Αθήνα ως τον Πειραιά (Atina'dan Pire'ye)
(https://www.youtube.com/watch?v=t4AdS-n3EMY)

d) Selanikli Sefaradlar'a ait Ladino yorum, Selanik entero yo lo camini (Tüm Selanik'i senin için dolaştım). Selanik, İspanya'dan göçen Seferadların ilk yerleştiği şehirlerden biri olduğundan bu yorumun şarkının ilk yorumlarından biri olma ihtimali oldukça yüksek.
(https://www.youtube.com/watch?v=M-8BVVdIVvc)

Selanik, Beyaz Kule.

e) Boşnakça, Pogledaj me Anadolko (Bana Baksana Anadolu Kızı), Himzo Polovina
(https://www.youtube.com/watch?v=kAYF-UM35HI)

f) Boşnakça ilahi yorumu, ZasTo suza u mom oku (Niçin gözlerim ağlıyor?)
(https://www.youtube.com/watch?v=J_Tr_qTevaM)

g) Bulgarca, Ясен месец веч изгрява (Parlak ay ışıldamakta) 
(https://www.youtube.com/watch?v=NxYrIEe36Lo)

h) Makedonca, Ој, ти Пацо Дреновчанке (Hey sen Drenovčanke'li çocuk), Gogo Zafirovski
(https://www.youtube.com/watch?v=GqGGKjpf8J0

i) Sırpça, Ruse kose curo imaš (Sarı saçlı), Gordana Lazarević
(https://www.youtube.com/watch?v=UsE-RBYoyVI) 

j) Sırpça bir diğer yorum, Poletela dva bijela goluba (İki kuğu), Rado Stojadinović
(https://www.youtube.com/watch?v=57a5J4RWXac) 

IV) Ortadoğu'da ve Yakın Asya'da başta Arapça olmak üzere şarkının farklı yorumlarına rastlamak mümkün. Bunların büyük bir kısmı, ezginin daha oryantal öğelerle süslendiği yorumlar.

a) Mısır, Arapça, Ya Banat Iskandaria (İskenderiye Kızları)
(https://www.youtube.com/watch?v=GAQSUNoQRxg)

b) Irak, Arapça, Muwashah "Lughat al-'Urb Idhkurina", Yusuf Omar
(https://www.youtube.com/watch?v=1sCvM5tdPDw)

c) Pakistan, Urdu, Ishq Kinara, Zoe Viccaji
(https://www.youtube.com/watch?v=Pxds9ELol1A) Türkçe yorum ile birlikte

d) Bengal, Urdu(?), Shukno Patar Nupur, Anuradha Pardowal
(https://www.youtube.com/watch?v=dJ0wLCQ-CDY)

V) Bunlar haricinde Ermenice, Rusça, İspanyolca, İtalyanca gibi farklı dillerdeki yorumların da yer aldığı konser kayıtları mevcut. 

a) İspanyol (Katalan) şef Jordi Savall'ın bir konserinden olan bu kayıtta sırasıyla Yunanca, Arapça (yukarıda verdiğim yorumlardan farklı, ismi Ghazali), İbranice, Ermenice ve Ladino yorumlarını dinleyebilirsiniz. Benim en sevdiğim kayıtlardan biri bu.
(http://vimeo.com/42900088)

b) Türkçe yorumu da içeren bir başka Jordi Savall konseri.
(https://www.youtube.com/watch?v=_OMh0u-ir9w)

c) Makedon televizyonunda Makedonca (yukarıda verdiğim Makedonca yorumdan farklı, ismi Oj Devojche), Türkçe ve Fel Shara yorumunu (farklı dillerdeki yorum) içeren bir konser kaydı.
(https://www.youtube.com/watch?v=MrqW5crcWko) 

VI) Yazının başında bahsi geçen Eartha Kitt yorumu ve Japonca yorumlar gibi "Üsküdar'a Gider İken"den (yani bildiğimiz Türkçe yorumdan) esinlenerek söz yazılmış, bir şekilde Türkiye ve Üsküdar temalarını içeren yorumlar var. Yazının ilk kısmında verdiklerime ek olarak benim karşılaştıklarım:

a) Bir başka Japonca yorum, Izumi Yukimura, (Usku Dara - 1954)
(https://www.youtube.com/watch?v=OW0SxkRAhvE

b) Üç farklı Amerikan şarkıcıdan üç farklı yorum. Sırasıyla Eydie Gorme, Eartha Kitt, Frank Slay (enstrümantel).
(https://www.youtube.com/watch?v=jH6OFS0dMVg)

c) İngiliz şarkıcı Karl Denver'den garip bir yorum.
(https://www.youtube.com/watch?v=TDKlj3xhNbg&list=UUEAH41Fao7_dM62iBCHtjdw

VII)  Son olarak şarkının ezgisinden esinlerek bestelenen farklı şarkılar mevcut. Kimisinde bu esinlenme açık bir şekilde belli iken, kimisinde ise arada sadece bir tını olarak seçilebiliyor.

a) Ahmet Adnan Saygun tarafından "Katibim Türküsü Üzerine Varyasyonlar" olarak düzenlenen koro yorumu, Boğaziçi Jaz Korosu
(https://www.youtube.com/watch?v=EvlMkN2MYEw)

b) Malezyalı yönetmen ve oyuncu P. Ramlee'nin Ahmed Albab (1968) isimli filmden Suria şarkısı (Malayca).  Yanlış okumadınız, şarkı Malezya'ya kadar ulaşmış.
(https://www.youtube.com/watch?v=RWuarzGampk

c) Bestenin en ünlü yeniden yorumlamalarından biri: Alman pop/disko müzik grubu Boney M.'in Rasputin şarkısı. Şarkı ile ilgili makalelerde bestenin "Katibim"i esas aldığı açık bir şekilde yazılmakta [12].
(https://www.youtube.com/watch?v=kvDMlk3kSYg)

d) Jazz, funk ve hip hop müzikleri harmanlayan Broooklyn Funk Essentials grubunun Freeway to Uskudar isimli şarkısı. Sırf Hüsnü Şenlendirici'nin klarnet solosu için dinlenmesi gerekir.
(https://www.youtube.com/watch?v=dqJE_beXj4Y

Bunlar benim bulabildiğim, genelde kayıt altına alınmış (albümde yer almış veya konserde, tv programında söylenmiş) kayıtlar. Eminim eski plaklarda yer alan veya sadece yerel sanatçılar tarafından söylenen bir bunun kadar ve belki de daha fazlası farklı yorumu bulmak mümkündür. Şayet sizler de farklı bir yorumla karşılaşırsanız veya hali hazırda biliyorsanız lütfen ufak bir yorumla bana bildirin. Örneğin henüz, olduğunu bilmeme rağmen, Arnavutça yorumunu bulamadım. 

Kartpostalda Eski Üsküdar Meydanı
Belki de bu şarkıya tüm insanlığın şarkısı desek abartmış olmayız. Tüm dünya milletleri için bir marş aransa benim adayım bu şarkı olur, benimle aynı fikirde olan birçok kişi de mevcut. Hatta Adela Peeva'nın belgeselinin ardından, 2006 yılında, bu şarkıdan yola çıkarak "Herkesin şarkısı - Çeşitliliğin ve kültüler arası anlaşmanın yaygınlaştırılması için bir aracı olarak müzik" isminde bir Avrupa Birliği Projesi bile verilmiş [12]. Şarkı hakkında başka güzel blog yazıları da bulabilirsiniz [13].  Aslında tek bir  şarkıdan halkların ne kadar çok birbirine benzediğini, barış ve huzur içinde yaşadıkları yıllarda ne kadar çok kaynaştıklarını ve artık "senin benim" kavramını bile kaybettiklerini görebiliyoruz. Zaten Adela Peeva kusura bakmasın ama bence bu şarkı kimin diye sormak bile yanlış, çünkü bizim coğrafyamızda aidiyetten söz etmek yanlışmış, komşumuzun olan bizim, bizim olan komşumuzunmuş. Ta ki gereksiz ve yozlaşmış bir milliyetçilik kafaları bulandırana ve çocuklarımızı zehirleyene dek.

Umarım herkesin birilerine kin kustuğu ve yakın coğrafyamızın türlü şekillerde kana bulunduğu bugünlerde bu yazı birşeyleri anlamak ve biraz enpati kurmak için vesile olur. O zaman Üsküdar'a gider iken alsın bir yağmur...  



Kaynakça
 
1) Refî Cevad Ulunay, Dağlar Kralı Balıkçı Ethem, Arba Yayınları, 1995
2) Ekşi Sözlük, "istanbul'dan üsküdar'a yol gider", https://eksisozluk.com/entry/5696906 
3) Michiko Hamamura, Katibim, https://www.youtube.com/watch?v=qVrFV69SjJM 
4) Sizzle Ohtaka Resmi Web Sitesi, http://sizzle-ohtaka.com/works/serenade.html?lang=en 
5) Filimadamı İnternet Sitesi, http://www.filimadami.com/film/8512/katip/ 
7) Reşat Ekrem Koçu, Tarihimizde Garip Vakalar, Doğan Kitap.
8) Ali Çolak, "Kâtibim’e İskoç saati ne güzel yaraşır", Zaman, 1995, http://www.zaman.com.tr/ali-colak/katibim-e-iskoc-saati-ne-guzel-yarasir_346879.html 
9) Eduardo Paniagua,  Morada Del Corazón albümü, http://worldmusiccentral.org/2003/11/04/the-hearts-abode-sephardic-sounds/
10) Adele Media, "Whose is this song?", http://adelamedia.net/  

Not: Verdiğim şarkı linklerinin hepsi yazının yayınlandığı tarihte çalışmakta. Şayet bozuk bir linkle karşılaşırsanız, bana bildirdiğiniz takdirde yenilemeye çalışırım.